18 Temmuz 2010 Pazar

Elmalı!

Elmalı Antalya’nın şirin mi şirin bir ilçesi olup, anneannemlerin her yaz taşındığı yayla olarak da bilinir. Biz de her yaz kafamıza estiği zaman hafta sonları buraya kaçarız. Anneannem tam bir misafir manyağıdır. Sekiz çeşit yemek, yemeğin hemen arkasından kahve, hemen ardından çay ve tabii yanında bilumum kek, kurabiye, çaylar bitmeden meyve tabakları, en son da yazsa haşlanmış mısır, kışsa patlamış mısır servisine girişir. Kadın iki dakika oturmaz yerinde bizi deli eder. Elmalı bunun dışında klasik bir Anadolu ilçesi modundadır, daha doğrusu son 20 yıldır falan böyle. Annemlerin zamanında burada bilumum defileler, sinemalar falan varmış. Şimdi şortla gezerken bile insanlar bir dönüp bakıyor. Hele bir de saçlar renkliyse vay halinize. Çeşitli yan ilçeler ve de illerden gelen göçler Elmalı’nın çehresini değiştirmiş durumda. Tabii yok defile mefile dedim ama burası türlü –özellikle evliyalarla ilgili- efsanelerin döndüğü, Kuran’la ilgili çeşitli araştırmaların yapıldığı (bkz. Elmalılı Hamdi Yazır) ve de sağlam türbelerin olduğu bir yer aynı zamanda. Ayrıca her sene (bu sene 658. si yapılacak) güreş şenlikleri de yapılır burada. Köpük diye bir şey olur bu şenliklerde ve ben tatlı yemeyen bir insan olarak yıllık şeker ihtiyacımı buradan karşılarım hatta ‘Şampiyon’ diye lakabım var.

İşte böyle kısa bir tanıtımın ardından bize geri döneyim. Genellikle hafta sonları geldiğimiz için buraya yıllardır yapılanlar bellidir. Cumartesi günü öğlen mutlaka Şen Baba’ya gidilip şiş köfte yenir, akşamına da ayazlıkta mangal yapılır. Ayazlık ne diyecek olursanız balkon gibi bir şey olarak düşünebiliriz. Ben küçüklüğümden beri ayazlığı çok severim, akşamüstü oldu mu kendimi oraya atarım. Hatta bir keresinde oraya çadır kurup gece orada uyumuşluğum bile var. Fakat tabii yağmur, kar, güneş derken ayazlığın tahtaları baya bir eskidi, şimdi mangal esnasında orda keyif yapamıyoruz. Bu arada Şen Baba olayına geri dönmeliyim. Köftelerini en sevdiğim yerdir şu dünyadaki. Hele bir de cacık, piyaz, közlenmiş soğan ve de mis gibi kıpkırmızı domatesler olunca yanında, of of diyeyim. (Umarım bunu okurken aç değilsinizdir. :)) Bu arada ev iki katlı ve ahşap. Üst katta anneannemler, alt katta anneannemin kardeşi, kısaca Dayılar yaşıyor.

Ben şimdi izninizle günümüzden bahsetmek istiyorum. Annemle Cuma akşamüstü kalktık Elmalı arabasına bindik. Ölüyoruz açlıktan bu arada. Eve geldik ki amanın anneannem döktürmüş. Sofraya yumulduktan sonra ki saatler 22’yi gösteriyor olmalı milleti bir uyku tuttu. Annemi zaten buraya gelince hava mı çarpıyor nedir çat diye uyudu. Ulen saat daha 23.00. Herkes de yatınca tabii ben oturdum laptopta Lost izlemeye başladım. Bu arada evde teyzemin Finike’ye giderken yanına almadığı kedi Duman da var ve annem kedilerden korkar. Evde kovalamaca oynuyorlar resmen.

Duman evin en serin bölgesini bulup direkt oraya yayılmasıyla ünlü.


Neyse tabii ben 2 bölüm falan izledim Lost’u, amanın 3.ye başladım şarjı bitiyor. Ev eski olduğu için odalardaki prizlere tüm fişler giremiyor, dolayısıyla hep üçlü priz desteği lazım oluyor. Ben gecenin 1’inde ahalinin uyuduğu ahşap evde, üçlü priz derdine düştüm, bir tane buldum o da bozuk çıktı. Bir yandan da bizim odanın kapısını kapamaya çalışıyorum ki Duman girmesin. El mahkum bari yatayım dedim. Çekyatlardan nefret ediyorum dostlar. Öyle böyle değil hem de. Neyse yattığımda saat 1.15. Uyuyamıyorum. Dönüyorum, düşünüyorum, yok. En son bir ara saate baktığımda 3’tü, sızmışım. Bilumum sela ve ezan seslerine karşı da uyumayı sürdürdüm ve de saatler 13’ü gösterdiğinde uyandım. Apar topar giyindim Şen Baba’ya gittik. Buradan sonrasını yediğin içtiğin senin olsun kapsamına girdiği için anlatmıyorum ama eskisi kadar yiyemediğim için üzüldüm diyeyim. Akşamına da çılgın bir mangal macerası. Tamamdır. Klasik olarak cumartesi akşamı akrabalar geldi ve de ortamda olmayan akrabalar hakkında dedikodu yaptılar. Duman da babacığımı aratmayan bir performansla evin çeşitli bölgelerinde uyudu. Velhasıl Pazar oldu gitme vakti yaklaştı. Fakat o da ne bir yağmur başladı ki göz gözü görmüyor sayın okuyucular. Otobüsle gideceğiz o yüzden belli bir yere kadar çıkmamız lazım ki, çıkmamızla sırılsıklam olmamız bir oldu. Bu arada Elmalı kuru bir iklime sahip olduğundan ve de ben nemli ortamlara alışık olduğumdan, evde devamlı ‘Kuruduuum, kuruyoruuuum’ diye bağırıyordum. Sanırım bu sırılsıklam halimde cevabımı almış bulunuyorum. Manyak bir yolculukla (150 kiloluk bir amca yanıma daha doğrusu vücudumun sol tarafına oturdu, bir bebek ağladı durdu.) Antalya’ya geldik. Evim evim güzel evim.

Sonuç olarak demem odur ki; beyaz tshirtle sağanak yağmura yakalanmak gibisi yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder