16 Ağustos 2010 Pazartesi

The Expendables

The Expendables aka Testesteron Filmi

Haftalardır bekliyorum ben bu filmi. Saf aksiyon filmi izleyemiyoruz çünkü artık, mutlaka saçma olaylar oluyor, kadınlar yüzünden kahramanlar ölüyor, bilumum sevişme sahnesi oluyor. Ama yok bu filmde bunların hiçbiri yok. Tamamen saf aksiyon filmi. Filmde neredeyse kadın bile yok, 2 tane var. Biri Jason eniştemin eski sevgilisi, biri de generalin kızı. Şimdi gelip bana olur mu Sylvester kız yüzünden ölüyordu az daha demeyin, olay kız değildi.

Kahramanlarımızın hepsi baya yaşlanmış ama hiçbirinde iş bitmemiş. Ne kadar aksiyon varsa hepsini yapıyorlar maşallah.

Filmde bilumum aksiyon yıldızı mevcut. Yok yok. Sylvester Stallone, Jason Statham, Jet Li, Dolph Lundgren, Mickey Rourke, Randy Couture, Terry Crews...
Dolph Lundgren ki kendisini Rocky serisinden Ivan Drago olarak tanıyor ve sevmiyoruz, Rocky'ye de az gönderme olmadı değil filmde.
Arnold Schwarzenegger de görünüyor bir ara ve resmen tarihi bir an oluyor bence. Kendi hayatına yapılan göndermeler de nefisti.
Bruce Willis olmadan aksiyon filmi olur mu olmaz tabii denilerek o da görünüyor.
Mickey Rourke benim kankam olsun beraber içelim falan istiyorum ben, tam kanka olunacak adam.
Jason Statham zaten dünya ahiret eniştem, en yakın arkadaşıma alacağız kendisini, yabancıya gitsin istemiyorum.


Sylvester Stallone'a gelecek olursak, ben o adamı çok seviyorum. Annemin bana hamileyken sinemada Rambo 2'ye gitmiş olmasının da etkisi olabilir belki ama harbi seviyorum bu adamı. Rocky serisinin hastasıyım ama hiçbir arkadaşım da sevmiyor. Oturup altısını birden aynı gün izleyip, terör estirmeyi planlıyorum tek başıma. Oynadığı diğer filmleri de seviyorum ama Rocky'nin yeri çok ayrı.
Baya yaşlanmış ve botoxtan heralde mimikleri belli olmuyor.
Yine de seviyorum, yine de seveceğim.


Velhasılı kelam film başta da bahsettiğim gibi saf bir aksiyon filmi. DVD'si çıkınca ayda bir izlemeye de karar verdik biz.
İzleyin izletin herkes izlesin:)

14 Ağustos 2010 Cumartesi

İmdat Kuruyorum!

Antalya'da doğmuş ve büyümüş bir insan olarak bünyem neme alışkın. Zaten kanımca insan Antalya'da yazın sıcağı gördükten sonra ona Ekvator'da yaşamak bile koymaz. Öyle böyle sıcak olmaz Antalya. Hem sıcak hem nemli. Herkes şapır şupur terleme halinde. Klimalarla aşk yaşar insan. Kışında nemli iğrenç bir soğuk olur, ne giyersen giy fayda etmez, o pis soğuk içine işler.

Eskişehir'de ise bu durum tersine. Hava çok kuru. Kışın lahana modunda yaşıyoruz burda. Yazın akşamları şahane bir hava oluyor, gece ise baya baya serin. Ama o gündüzler. Hava çok çok çok kuru. Ve ben kuru havayı hiç sevmiyorum. Afakanlar basıyor, darallar geliyor. Kafamdan aşağı koca damacana suyu boşaltsam, duşta yaşasam yine kuruyorum. Çok sıcak diyince de Antalya'daki, İstanbul'daki ve bilumum şehirdeki arkadaşımdan laf işitiyorum. Ama anlamıyorsunuz ki harbiden kuruyorum lan! Hücrelerimin, damarlarımın çekildiğini falan hissediyorum. Of.

Türk Kahvesi ve Fal


Benim pek kahvedir, çaydır aman nescafedir amanın bilmem nedir pek aram yoktur. Sevmiyorum sıcak şeyler içmeyi. Hatta çay içmeye bu sene belediyede konseyde alıştım. Hayatımda ilk çay demleme olayını da geçen hafta gerçekleştirdim. Ama. Türk kahvesini çok severim. Severim ama evde oturup yapmam hiç. Ya dışarda içerim (Kahve Dünyası rocks) ya da eve gelen ve güzel kahve yaptığını söyleyen arkadaşlara (özellikle anneme) yaptırırım. Annemleyse zaten direkt kapatırım fincanı. Arkadaşlarımlaysam onlar direkt kapatır. Falcıbaşı olurum anında. Bazen tutar, bazen tutmaz. Çünkü bazen harbiden görürüm bi'şeyler, bazen sallarım bi' tarafımdan.

Falın üç klasiği bellidir zaten:
Sana bi' yol var.
İçin kabarmış.
Yüreğin pır pır etmiş.

Bazılarında kalp, bazılarında sayı, bazılarında harf görürsün. Bunları bir kombinasyona sokup söylersin. Karşındaki de 'hmm kim acaba yaa' diye içten içten düşünür. Aklındaki insanla o harfi bağdaştırmaya çalışır, yoksa da 'şu olabilir' diye isim türetir. Birilerinin ona aşık olacağını düşünür ve mutlu olur. Hayır bu durum gerçek olsa bana şu ana kadar 80 adamın aşık olması gerekiyordu. Neyse.

Durum o ki herkesin bir fal merakı var. Gerçek olmayacağını bile bile usul usul dinliyoruz fal bakan kişinin ağzından çıkanları. Kendi hayatımızda bir yere koymaya çalışıyoruz. Çünkü birileri bizim yerimize karar verse, ya da her şeyi önceden görebilsek hayat daha güzel olacak gibi geliyor. Öyle yani.


Dipnot: Kahve Dünyası'nda ikram olarak ortaya çikolatalı kahve çekirdeği getiriyorlar. Ben çikolata sevmediğimden ama beyazını yiyebildiğimden onun beyaz çikolatalısını çok seviyorum. Benimleyken beyazlarını yiyenlerini dövüyorum. Burdan da yazayım dedim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Enjoy The Silence

Öncelikle http://fizy.com/s/1cj4dk şuna bir tıklıyoruz.

Bu benim en sevdiğim şarkı. Hani dönem dönem değişir ya en sevdiğin şarkılar. Bu bende hiç değişmedi. Her zaman listenin başında.
Sözcüklerin can acıtan ve gereksiz şeyler olduğunu söyleyen bir şarkı.
Verilen sözlerin aslında bozulacağını bilerek söylendiğini söyleyen bir şarkı.
Şu dünyada en önemli şeyin aslında her zaman istediğimizin kollarımızın arasında olduğunu söyleyen.
O andaki sessizliğin ne kadar güzel olduğunu anlamamız gerektiğini söyleyen.
Sözcüklerin gereksiz olduğuna inanan ama çok güzel sözleri olan şarkı.

Nereden biliyorum ya da hissediyorum bilmiyorum ama aşık olduğumda böyle hissetmek istediğime eminim.
Umarım hak eden herkes her zaman istediği insan yanındayken onu sözcüklerle kaçırmaz, sadece sessizliği dinler.

Canlı dinlemek isteyenler: http://www.dailymotion.com/video/xka5o_depeche-mode-enjoy-the-silence-live_music